DOLAR 32,4134 % 0.17
EURO 35,0097 % -0.26
STERLIN 41,1891 % 0.4
FRANG 35,9350 % 0.18
ALTIN 2.324,34 % 0,17
BITCOIN 2.295.388 1.624

Türkçenin Veçheleri 2

Yayınlanma Tarihi : Google News
Türkçenin Veçheleri 2

İnsanı eşref-i mahlûkat kılan özelliklerin içerisinde en mühim iki haslet vardır ki, bunlar akıl ve dildir. Akıl, hem fertleri hem de cemiyeti düzenleyen ahenkli bir kuvvettir. Çünkü akıl, insanı anlamlı kılar. Anlam ise, kişinin değerini belirler. Değer ve kıymetin hammaddesi de, düşünce ve teemmüldür. Teemmül ve tefekkürün anlaşılabilmesi ise, kâmil bir lisan ile mümkündür.

Türkçenin Veçheleri 2

Dil terkibini meydana getiren harfler, kelimeler ve cümleler, yalnızca insana mahsustur. Haliyle insan olmanın mühim şartlarından biri olan söz ve kelam, gerçeklik vadisinde akılla birleşir ve bütünlüğünü tamamlamış olur. İşte Türkçe, bu vadinin en gözde lisanıdır. Nahif şehirlerin mimarı, gökyüzünün zühre yıldızı ve cihat kılıflarının sırmasıdır. Yedi iklime ve üç kıtaya yayılan manevi esintinin köküdür. Zaferler, Türkçe konuşanların etrafında cirit atarken, onlar ise tercihini gönüllere ilmek ilmek nafiayı dokumaktan yana kullanmıştır. Bu sayede dünya, asırlarca şiir ahengiyle huzur bulmuştur.

Türkçe, soylu bir ailenin evladıdır. Gerek yazı ve gerekse konuşma dili olarak miladi 10. yüzyıla kadar çocukluk ve ilk gençlik dönemini yaşamıştır. Türkler, İslam’la karşılaştıklarında kendilerinin birçok hasleti kemale ermiş olsa da, dillerinin bıyıkları daha yeni terliyordu. İşte tam bu sırada, ikinci defa Müslüman olmak kaydıyla, sözlerin en güzeli olan Kelâm-ı Kadimi kendilerine rehber edindiler. Kuran-ı Kerim’in rahle-i tedrisinden geçen Türkçe, günbegün kuvvetlenmeye, güzelleşmeye ve olgunlaşmaya başladı. Cümlesinin bir kelimesinde Oğuz Kağan’ın ışığı hissedilirken, diğer ifadesinde âyeti celilenin nuru süzülüyordu. Filvaki, Türkçe kadar kendini Kur’an‘la ittibâ eden başka bir dil yoktur. Türkçe bu haliyle özünde kalarak, özüne yürümüş ve özüyle özdeşleşmiştir. Binaenaleyh milletimiz daima ruhun safvetini ve intizamın şahikasını kendine mesken kılmıştır.

Türkçenin yazılı hayatı (şimdilik bilindiği kadarıyla) Göktürk Anıtları ile başlamış, İslam’ın şuralarıyla Divan-ı Hikmet, Atabetü’l Hakayık ve daha nice kıymetli eserlerle merhale merhale yükselmiştir. Yunus Emre’nin o güzel yüreği ile mahrekini bulmuş ve Fuzuli’nin mısralarında cennetin kapısını aralamıştır. Baki ise Allah vergisi bu dili, cennet bahçeleri ile buluşturmuştur. Bu sebeple, Baki’nin kullandığı Türkçenin tadına varanlar, dünyada sözün cennetine nail olmuş sayılır.

Türkçe, gençlik çağlarında özellikle Arapça ve Farsçaya karşı çelimsiz gibi görünmesi, onun kader çizgisine (Kuran ile buluşma yazısına) olan sadakatinin bir tezahürüdür. Çünkü bu genç delikanlı, kendini ilahi terennümün aşkıyla mecz etmek üzere asırlarca beklemiştir. Sevgilisini bekler gibi hasrete ram olmuştur. Kavuştuğunda ise, beklediğine değecek emsalsiz şiirleri ve tebcile layık fikirleri ortaya çıkarmıştır. Selçuklu’dan itibaren Kur’an ile süslenmiş ve bu meyanda harikulade gelişim göstermiştir. Ayrıntılı tetkik edildiğinde görülecektir ki, dilimizin gönenç yılları, hep Kitabın refakatinde yol almıştır. En kötü zamanlarda dahi milletimize barınak ve sığınak olmuş, buhranlara ve istilalara göğüs germenin delikanlıca numunelerini sergilemiştir. Zengin Türkçemiz, İnebahtı’dan dönerken, Medine’den ayrılırken ya da elveda Rumeli derken kavrula kavrula yanan gönlümüzü mutedilce sükûnete erdirmiştir. Mamafih, Miryakefalon’da muzaffer olurken, Plevne’de kahramanlık gösterirken ya da Sakarya’da galip gelirken bazen kılıç, bazen kalkan ve bazen de, dua olmuştur.

Türkçenin kendisine hürmet edenlere verdiği insiyak, hayatın her safhasında asaletli bir şekilde tezahür etmiştir. Kâh ruhaniyeti olan bir mimari anlayışla, kâh billur duyguların musikiye dönüşmesiyle tecessüm bulmuştur. Evvelden beri zımnen değil, açık ve sarih bir ithafın macerasıyla yol almıştır. Bütün dilleri ve bütün sesleri kutsal saymış, ehl-i vatan kıldığı cümle topraklardan hazinesine yeni kelimeler ilave etmiştir. Türk budunu, dilinin zenginleşmesi için, doğrudan veya dolaylı irtibat kurduğu lisanlardan iktibas etmeyi zül saymamıştır. Kendine güvenen hiçbir zümre, zaten bu düşüklüğe kapılmaz.

İstiklal Harbinin komutanları ve askerleri yeni İslam devletini kurduklarında da, hakikate meftun olmuş ve tevhit şulesinin akisleriyle bezenmiş olan, Türkçenin ışığı ile yol almıştır. Bu bakımdan Türkiye, İslam dilinin konuşulduğu bir İslam devleti olarak kurulmuştur. Miladi 1923’te dünyanın gündemini etkisi altına alan bu İslam devleti, dört bir yanda aksiseda halinde duyulmuştur. Türkiye, iddiası bakımından Türk tarihinde kurulan devletlerin, en değerlisi ve en müteâlîdir dersek, pek yanılmayız. Zira sözünü yedi düvele karşı telmihen değil, aşikâr bir şekilde ifade etmiştir. Bu bakımdan hayatını Kur’an‘dan ilham alan milletimiz, dilinden sadır olan ifadelerde de, hiçbir zaman mukaddes kitabımıza karşı müstağni olmamıştır. Esasen evvelemirde de, özü bu şekildeydi. Bu bakımdan Türkçe, özünden tevarüs eden meziyetlerini, inancına olan bağlılığı ile birleştirmeyi başarabilmiş yegâne dildir. Bunun için tarih yazmış, bunun için tarihi yazan şahsiyetleri yetiştirmiş ve bunun için tarih yazanları yetiştiren hâcegânın muhayyilesini sonsuzluk ufkuna yükseltmiştir.

Fertler gibi bütün lisanların hayatı da, inişli çıkışlı dönemler yaşar. Fakat Türkçe, başka dillerin görmediği büyük fırtınalar ve buhranlara muhatap olmuştur. Türkçenin kurduğu son İslam devleti, bilinir bilinmez saiklerle kuruluşundan beş yıl sonra (hem de kendi yaptığı anayasa hükmünde yer alan) İslam olma anlayışından kendini vareste kılmıştır. İhtida yolunda ilerlemek yerine, garpperestliğe meftun olmayı tercih etmiştir. Önce alfabenin peyzajı bozulmuş, devamında ise dilde sadeleşme ve öztürkçe gibi kılıflarla Kelam-ı Kadim’in remizleri yok edilmiştir. Bu meş’um huşunet, tedricen değil, maatteessüf bir çırpıda yapılmıştır. Muharrirlerin diviti, birikimi ve kadim geleneği hercümerç olmuştur. İnsanımız itiyadını, dilimiz ise dildarını kaybetmiştir. Bu meyanda yapılan bütün inkılaplar, Türk ve İslam efkâr-ı umumiyesini sarhoş etmiştir. Tevhit dili ile arası açılan lisanımız, Frenk sözcüklerine beşik kertmesi yapılmıştır.

Bazen kış mevsimi çetin geçer ve bütün geceler ölüleri hatırlatır. Çehreler mutluluktan âzâde, bir yığın heyûlânın kasvetine tasallut olur. Mahmurluğa demirlemiş tahassüsler, üç koldan istilaya maruz kalır. Rüyaların avizesi, feyzin ve iştiyakın ziyalarına cevap veremez. İfriti siyah demler, izafiliğin külfetli yükleri altında ezilir. Kubbeler çatırdar ve müşkül şeraitin saçakları yollara dökülür. Perilerin kanatları yorulur ve ustalar mücadeleden feragat eder. Teessür yükleri eşya gibi, umudumuzu hammal tutar. Kim bilir, belki daha acısı olur. Çünkü oldu bunlar ve hem de daha acısı. Lakin bilinmelidir ki, bu garezli ahval, mütemadiyen sürmez ve muhallet olmaz.

Dil şuuru, keşif-i kadimin en mühim şartıdır. Bu sebeple, mazi ile irtibatın kesilmesi için kansız katliamlar, genellikle dil ve kültür üzerinden planlanır. Her dem felakete sürüklenmek istenen toplumlar, lisanın ilmeklerine yabancı bırakılır. Biz de millet olarak, uzun yıllar bu netameli sarmalın ve ahtapotun kollarında kıvranıp durduk. Fakat gümüş eyerli küheylanların gemlerini elinde tutan nağmeli müstahsiller, yurdun dört bir yanında fecri aydınlatmaya başlamıştır. Bülbüllerin dili çözülmüş ve uğultular sona gelmiştir. Çünkü gerek Anadolu’da ve gerekse Müslüman Türk ülkelerinde, dil mefhumunun ne denli önemli olduğuna dair, gençlerin gayretlerini görüyorum. Bir milletin gençleri ruhani renklere bürünmeye başlamışsa, mutlaka gelecektir kardan aydınlık.

Büyük Sivas Haber


YORUM YAP