DOLAR 32,3317 % 0.24
EURO 35,0963 % -0.12
STERLIN 40,9637 % -0.14
FRANG 35,7126 % 0
ALTIN 2.297,14 % 0,86
BITCOIN 2.299.479 1.346

Çöplerin Kaptanları

Yayınlanma Tarihi : Google News
Çöplerin Kaptanları

Onlar ki verir laf ile dünyaya nizâmat, Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde (Ziya Paşa)

Çöplerin Kaptanları

Anadolu’nun irfâni kültüründe yetişen insanların her bir hususiyeti, manevi gıdalarla bezenmiş bir lezzet şenliğidir. Bu sofrada, daima kalbe ve ruha tesir eden kelamlar edilir. Hamlar pişer, pişenler ise yollara düşüp her bir metrekareyi adım adım gezerek; kabalığı itidale, serkeşliği âhenge ve isyanı teslimiyete tebdile gayret eder. Bu topraklar, bu yüzdendir nice mukavemete karşı, birliğin ve dirliğin meşalesinin yandığı merkez olmuştur. Hicaz, Mısır, Türkistan, Mağrip, Balkanlar ve dünyanın dört bir yanındaki gönül erleri, mefkûrelerinin rabıtasını Anadolu topraklarına bağlamıştır.

Anadolu, düşmanın elinde tarihin utandığı ve şayan-ı hayrete düştüğü birçok vakıaya sahne olmuş, çileli topraklardır. Bu çile, her devirde başkalaşarak muttasılan devam etmiştir. Başı dumanlıdır o yüzden; bakışları dilhun ve hatıraları gamlıdır. Sanki neşeden ve gülşen bir manzaradan munfasıldır. Şimdilerde ise, öncekilerden daha kolay gibi gözüken, fakat hakikatte daha çetin bir hastalıkla karşı karşıyadır. Bu hastalık, kendini olduğundan faklı gösterme düşüklüğüdür. Etrafımızın hızla çevrildiği bu arıza, ziyade bir şekilde önemsenmezse, maâzallah yavaş yavaş her birimizin çevresinde daha sık görülmeye başlayacak ve o kadim Anadolu kültürü, zehirlenerek yok olma aşamasına gelecektir.

Ruhiyat sahası, insanın her bir davranışını araştırmakta, nedenini tespit etmekte ve bunları günün şartları dairesinde yorumlamaktadır. Haliyle, psikoloji ilmi kişisel hastalara kişisel çözüm bulmaya gayret etmektedir, fakat mezkûr hastalık, ferdi olmaktan çıkmış ictimâî bir yapıya dönüşmüştür. Toplumun umumiyetinde bu marazın artması, doğrulara illet yaftasının vurulmasına, karga iken kendini kartal zanneden ve öyle ifade edenlere ise, muteber payesi verilmesine sebebiyet verir. Neredeyse bu ahvalin örnekleri, yarı yarıya toplumda kendini izhar etmeye başlamıştır. Bakınız etrafınıza, özellikle devlet dairelerinde, yılanlar ejderha, tilkiler aslan ve kargalar kartal konumuna yerleşmiştir. Liyakat dediğimiz mefhum, en acılı ve sancılı günlerini çekmektedir. Çünkü ahlaksızlığını ahlak nutuklarıyla, inançsızlığını ayetlerle ve samimiyetsizliğini yalancı tebessümle gizleyenler, imparatorluk dönemini yaşamaktadır.

Değerler nizamı, bir toplumun can damarıdır. Toplum bu kıymetler etrafında haleler oluşturduğunda, mütekâmil şahsiyetlerini çoğaltabilir. Bunlardan uzaklaşmanın sonu ise, yıkımdır. Fakat şu günlerde üçüncü halin varolduğu gözlemlenmektedir. Bedenen bu değerler nizamının etrafında gözüküp, ruhen ve kalben başka yolların yolcusu olanların istilasıyla karşı karşıyayız. Ahlak büzüşmüş, gelenek dışlanmış ve vicdanın kolları kesilmiş bir şekilde, uçuruma sürüklenmekteyiz. Çünkü hâlihazırda, ahlakın, geleneğin ve vicdanın otoritesi, kurnazlığın idaresi altındadır. Gözü açıklık bu zümre için büyük bir yetenek ve üstünlük alâmeti sayılmaktadır. İş hayatında, akrabalık ilişkilerinde, trafikte, yolda vesair her yerde ve her anda, benliğin köklerini besleyen sarsıcı ve uyuşturucu zihniyetin büyüsü, tahmin edemeyeceğimiz kişilerin bünyesine yerleşmekte ve zincirleme bir şekilde yayılmaya devam etmektedir.

Kendini olduğundan başka bir şekilde görmek ve buna insanları inandırmak için türlü yollara başvurmak, inanç, ahlak ve karakter zayıflığından kaynaklanmaktadır. Bu karakterlerin varlığından çok, toplumun eğri ile doğruyu ayırma idrakinin merhalesi, daha önemlidir. Hakikat çizgisinden ödün vermeyenlerin, toplumun nezdinde yerlerinin ne olduğuna bakmak lazım gelir. Şayet bu terazide bir şaşma varsa, büyük bir sorunla karşı karşıyayız demektir. Filhakika bu zorlu mesele, her geçen gün daha büyük hengâmeye dönüşmektedir. Çünkü şu an itibariyle toplumda “yalanın dostu, gerçeğin düşmanı çoğalmakta”[1] ve bu yüzden, fertlerin birbirine itimadı kaybolmaktadır. Çünkü etrafımız, her sözünde satranç hamlelerini hesaplayıp, günün sonunda ruhtan, marifetten ve muhabbetten bahsedenlerle dolmaktadır.

Küçük menfaatlerin ve küçük dünyaların insanları da, küçük olur. Fakat küçüklük kompleksinden kurtulmak için kendini dev aynasında görme ihtiyacı hâsıl olur. O vakit kendinde olmayanı pazarlamaya tevessül edilir. Ancak bu tabakanın kendine faydası olmadığı gibi, topluma da hizmet namına bir eseri yoktur. Anadolu tabiriyle lafın kabadayılığını yapar. Kalbinde kurnazlığın gökdelenini inşa edenler, dillerinde kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesini vird etmektedir. Bilge dedemde bu tiplere derdi ki; “konuşurken Hz Ali, iş yaparken Hıdır emmi…”

Bu zümre, her ne kadar lafla hakikatin müntesibi gözükse de, hakikatin özü başka türlüdür. Aslolan icraattır. Çünkü “cenaze namazını uzaktan seyredenler, imanları ne kadar sağlam olursa olsun, cemaatin yabancısı olurlar.”[2] Bayağılar, aleladeler ve günahkârların ortak özelliği, ölümü akıllarına getirmeden var güçleriyle dünyaya sarılmaktır. Sadece dünyaya dayananların sonu ise, birkaç metre bez, birkaç kürek toprak ve maalesef arkasından söylenen sayısız hayıflanma, inkisar ve ilençler…

Anadolu kültürünün en bariz özelliklerinden biri de, temsil kabiliyetinin ziyade olmasıdır. İşte bu kültürün mayalanmasında önemli katkıları olan Mevlana’nın mesnevisinde, söz konusu kişilerin durumlarını anlatan güzel bir hikâye: Bir eşek yağmurlu bir günde yürürken, ayağını bastığı yerde çukurlar oluşmaktadır. Yağan yağmur neticesinde atın ayaklarının bastığı yerlerde oluşan çukura yağmur suları birikmektedir. Bir müddet sonra yağmur kesilince eşeğin ayak izleriyle oluşan çukurlardan birinde biriken suya, esen rüzgârdan gelen bir küçücük çöp düşer. Çöp, rüzgârın esintisiyle su birikintisi üzerinde sağa sola dalgalanırken bir sinek gelir ve bu çöpün üzerine konar. Mevlânâ merhum burada sineği konuşturarak sineğin şöyle söylediğini anlatır: “Çöpün üzerinde bulunduğum bu su, büyük bir umman, bir okyanus… Bu üzerinde durduğum çöp, bu okyanus içerisinde yüzen büyük bir gemi… Ben ise bu büyük geminin kaptanıyım.”[3] Çöpün üzerinde durup, küçücük istidadıyla kendini kaptan zanneden bu sınıf insanların hakikat aynasındaki halleri, pek hazin ve pek ürkütücüdür. Adamlıktan nasibini almadığı halde, her yerde insan-ı kâmil edasıyla caka satan bu nâdanlar yüzünden üstümüze ihtiyarlık çökmekte. Bunlara delikanlıca tavır göstermek iktiza eder. Yoksa hem kişisel, hem de toplumsal hastalığın taşıyıcısı olunur. Cühela kesimi ile hemhal olmak değil, mesafe koymak lazım gelir. Çünkü çamur taşıyanla refikliğin sonu çamura bulaşmaktır. Meramımızı Âşık Ömer, ziyadesiyle ifade etmiştir:

“Câhil ü nâdân ile ger edersen ülfeti Yâ elinden, yâ dilinden bir zarar eksik değil”

Bu sebepten dolayı, zikrolunan güruhu tanımak elzemdir, bunlara karşı sebat etmek daha elzemdir. Mücadelenin metodu ise, özden ıraklaşmamaktır. Tıpkı Merhum Akif’in dediği gibi;

“İhtiyar amcanı, dinler misin, oğlum, Nevruz?

Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek.

Lâfı bol, karnı geniş soyları taklîd etme;

Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek.”

Büyük Sivas Haber


YORUM YAP