

Berat Demirci’nin "Dumanlı Havada Açık Söz Söylemek -2" isimli köşe yazısı;
"Dumanlı Havada Açık Söz Söylemek -2"
“İletişim” yenilerde türetilmiş olmasına rağmen, Türkçe’nin zarafetine uyan bir kelime. “Ş” harfinin işteşlik bildirdiği bütün kelimeler de bence bir güzellik, bir hoşluk vardır. Bezm-i elestte yapılan iletişimin mahiyeti üzerine görüşleri okumak isteyen, literatürü tarayabilir. Benim üzerinde duracağım husus, mistifikasyona (bulandırmaya) müsait oluşu ve mistifikasyonunsonuçları üzerinedir.Çocukluğumuzda “Ne zamandan beri Müslümansın?” sorusuna “Kalubeladan beri!” cevabını verememek ayıp karşılanırdı. Buna benzer ezberlenmiş ama hayata tahakkuku konusunda zebun düştüğümüz,dilde de dolgun mevkilere sahip“alamet-i farika”larımız vardı. Farikalar içinde bahse mevzu sözleşme,Allah-Kul iletişiminde esaslı bir yere sahip olduğu için önemli ve özgün bir yere sahiptir.
Edebî alanlarda “bezm-i elest”te tahakkuk edenin mazmun yahut istiare biçiminde yer almasına itirazımız olmaz. Ama hayata inkılabı konusunda en ufak bir işe yaramamakta; tersine “ezbere Müslümanlık” bu surette pekiştirilmektedir. Sözün ayağı yere değmedikten sonra, bu dünyayı anlamlandırmanın bir gereği yoktur. Hitabeleştirme ve vecizeleştirmenin söz ve sözleşmenin yerini alması; cari “yaşam tarzı” karşısında bizi savunmasız bırakmaktadır.Kapitalizm: Tevhidi bulandıran teslis, putperestliği boyunda kolye haline getiren kitleleştirme, her çeşit iktidarı meşrulaştıran Yeryüzü Devleti-Tanrı Devleti gibi fundamental reform ve rasyonalizasyonların uzantısında gerçekleşmiştir ve sürmektedir. Sürmekte olanı ise, şimdi içinde ve ısrarla takip etmek gerekir; çünkü “yaşam tarzı”nın sirayeti çok hızlanmıştır, hız kesmeyecektir.
Kapitalizmin insafsızlığı karşısında hayırseverliklekendini emniyette hissedenbireyler ve kitleler sözleşmeyle değil;hitabe yahut vecizelerle hareket etmeyi tercih etmektedirler.Demokrasinin iktidar ilişkilerine sağladığı kolaylıktan beslenen cemaatçilikler furyasında “bulanıklık ve bulandırma” için ayrıca komplocu düşünceler geliştirmeye gerek yoktur.Karnına futbol topu bağlayan kurak topraklara paraşütle“mehdiler/mehdicikler” indirilmesi, insanları da yüreğinden yakalamamaktadır. Bu işleyişin mahkemesi yoktur; olsa da mahkemeye sunulabilecek bir delil yok. Görürsün ya susarsın ya susmazsın. Susarsan ikrar olur; susmazsan, cehaletleri tasarrufa açılmışların hışmına uğrarsın. Cari hukukî ölçülerin ve demokrasinin nefsin tatminine açtığı imkânlar, legal çerçevede mümkün hale getiriliyorsa; “Alan da satan da razıdır!” durumu gerçekleşir. “Mala, davara, iktidara” zararı olmayan her fiil serbesttir. Böyle değilse asayiş berkemal… Böyle ise, neden böyle olduğu hızla cevap ve çözüme muhtaçtır. Modernliğin işgalindeki şimdiki zaman içerisinde yaşamlarını sürdüren insanlar, yerinde sayan bir hareketlilikle malûl iken; gelecek, hitabe ve vecizelerinyarattığı atalet zemininde tecelli eder. Bu, “Akıllı düşünürken, deli dağı aşar!” durumudur.
İnsanın ferdiyeti: Sorumluluk bilinciyle mümkündür. Kime karşı sorumluysa, insanın eylemi de içinde sakladığı da onunla oluşur. Bu itikadî bir çizgidir; yeni bir şey üretmediğimi, tabi olduğumu belirtmek isterim. Tabi olmak ise, mukallit olmak değil; karar vermektir. MaturidîTürk tefekkürünün zümrüd-ü ankasıdır ama maalesef sahada hiçbir karşılığı kalmamıştır. İmam’ın ezberlenmiş farikalardan bile olmadığını her yıl yenilediğim gözlemlerden biliyorum. Onun en önemli özelliği ise, izleyicilerini ihtilaflar içerisinde bırakmayıp, hayatlarında sürebileceği fasih bir istikamet belirlemesidir. “İlk sözleşme” konusunda da aynı açık seçiklik söz konusudur.
Hatırlamak, unutmak insana mahsustur.Her ikisi üzerindenyürütülen, “ilk sözleşme”ye dair bulandırmalar, bu yüzden mümkün ve kolaydır. İnsan ne kadar unutabilirbilinmez; tek şeyi, yani kime karşı sorumlu olduğunu unutmamışsa, reşit sayılır. Sözleşmenin hayata inkılabı, fiilen reşit olmakla başlar. “Ömür” nasıl geçirdiğimizin sorulacağı tek zaman parçasıdır. “İlk sözleşme” hatırlamadığımız bir zamanda olup biten bir şey değil, fertlerin daimî ve içten kurabileceği tek eylem dayanağıdır. Bütün eylemler onun üzerinden gerçekleşebilir; günah bile… Günah işleyen kişi, kime karşı günah işlediğinin şuurundaysa tövbe eder; değilse işleyip işlememesi fiili gerçekleştirme kudretine sahip oluşundandır ve rastgeledir.Böyle bir kişinin eylemine meşruiyet sağlayan şey, gerçekleştirme kudretidir. Dinî, ladinî fetvalar,modern akış içerisinde gelinen durumlara göre değişmektedir ve genişlemeye müsaittir.Çoğu kere yasalar akışın bir yerinde toplumun hazır hale gelmişliğiyle yürürlüğe sokulur ama yasalardan önce hayatta zaten parçaları yaşantılar biçiminde yerini almıştır. Unutmak, unutmak değil; çoğu kere bir seçimdir.
“İlk sözleşme”nin “bezm-i elest”te nasıl gerçekleştiğini işitenler/anlayanlar varsa da kendiyle sınırlıdır. “Rabbinin adıyla oku!” emri ise, çok nettir; üzerinde karartma ve bulandırma uygulanamaz. Anlaşılır olanla hareket etmek; kokmadan kokuşmadan, bulanmadan bulanıklaştırmaktan akmanıntek yoludur. “İbn-ülvakt” olmak gibi, sınırlandırılamayanlaecel-i müsemmâ ile sınırlı olan arasında sürekli söz alıp söz vermeye dayalı bir zaman anlayışı, varoluşu mistifikasyona boğamaz. Boğuyorsa orada gizli ruhbanlıktan, kapitalizmle bütünleşen bir inançkaymasından söz edilebilir. “Eleştiri”ninnihilistik sınırsızlığı, insanı sorumsuzluğa mahkûm eden bir kararsızlık içinde bırakır. Bu, hiçbir sözün mayalanmadığı bir dünyada piyasa hakimiyetini sağlayan ve eyleme kudretinin bizzat kendisini tüketen ileri bir tüketim toplumunu işaret eder. Bu yüzden Evangelizm, siyasetin inanç haline gelişinin pratiği olarak gözükmektedir; kendisiyle de sınırlı bir zihniyet alanı değildir. Öncüllerine benzer biçimde, Hz. İsa’ya ancak öldürdükten sonra inananların pratiğinden doğanHristiyanî bir rasyonalizasyondur.
Karşı olmak, karşıt görüş bildirmek değil; karşı olmaktır. Örtülü ruhbanlığın, fert başına düşen mistifikasyonu, dinî vasıfları dışına giydiren kişi yahut cemaatlerce bir piyasa katalizörü işlevi görmekte; inanan insanlar arasında karşılıklı itimatsızlık ve iletişimsizliğe yol açmaktadır. Durumdan kârlı çıkanlar ise Allah-İnsan arasındaki vasıtasız ve biteviye iman tazeleme anlamına gelen sürekli iletişimi, bilinçli bir şekilde vasıtalı iletişime çevirenlerdir. FETÖ, başımıza kazara düşen bir göktaşı değildir. Aslında Amerika vasıtalı iletişimle mistifikasyona kurban gidenlerin ne işe yarayabileceğini bize göstermiştir. Gösterilenin gerçekleşenden ibaret olmayışı da bu ülkenin geleceğiyle ilgili büyük bir tehlikedir. Gözümüzle gördüğümüzden değil, görmediğimizden korkmalıyız. Dumanlık havada yalnızca bir koyunun değil, kitlelerin boğazlanması söz konusudur.
Protestan olmadan endüstriyel kapitalizmin kucağına düşenlerin, evangelist olmadan tüketim toplumu planlamalarının ve planlamalarauygun pratiklerin kucağına düşmemesi muhaldir. “Bize ne oluyor?” sorusuna değer verenlere tatmin edici cevaplar vermemiş olabilirim ama bu soru gündemin ve güncelin hiçbir yerinde yoktur.
Büyük Sivas Haber – Sivas Haberler