

Köşe yazısına başlamadan evvel, yazılarımı okuyup, değerli yorumlarını tarafıma çeşitli mecralar ile (telefon, mesaj, sosyal medya) ileten bütün okurlara teşekkürü bir borç bilirim.
Köşe Yazarımız Kürşat Hardal'ın "Bir avukatın hikayesi ve biraz muhabbet" Başlıklı Yazısı
Köşe yazıları ile siz değerli okurlara az-çok bir farkındalık sağlayıp, düşünmenize vesile olabilmek benim için büyük bir mutluluk kaynağı. Sizleri daha fazla bekletmeden bugün ki köşe yazısı ile sizleri yalnız bırakıyorum.
Her zamanki gibi bugün de yazıma bir açıklama ile başlamak istiyorum. İş bu yazı herhangi bir dini-siyasi-ırk kökenli bir temel kastedilerek kaleme alınmamıştır.
Bugün sizlere yeni bir hikaye anlatacağım. Anlatacağım bu hikaye de herhangi bir bilimsel temele dayanmıyor yada herhangi bir belirli kaynaktan da alınmamıştır. Belirtmek isterim ki hikaye her zaman olduğu gibi bütün yönleriyle tartışmaya açıktır. O halde artık başlayabiliriz.
‘İpten Adam Almak’ deyimini bilir misiniz ? Bence bir çoğunuz deyimin neyi kastettiğini az-çok biliyorsunuz. Bu deyim, ‘çok zor durumda olan bir insanı, o çok zor durumdan kurtarmayı’ anlatmaktadır.
Peki, ipten adam almak deyiminin, aslında bir avukat için gerçek manada söylendiğini ve ondan sonra ‘ipten adam almak’ söyleminin deyim haline geldiğini biliyor muydunuz ? Gelin hep birlikte bu hikayeye bir göz atalım. Bakalım hikayede ve hikayenin dışında bugün birlikte neler öğreneceğiz?
Net olmayan bir tarihte varlıklı bir İngiliz adam, ağır bir suç işlemiş. İngiliz’in işlediği suçun cezası ‘idam’mış. Yani ölüm cezası. (2004 yılına kadar ülkemizde de ölüm cezası vardı. 2004 yılında ülkemizde ölüm cezası kaldırılmıştır.)
Hikayenin yan kahramanı olan İngiliz, ne yapacağım diye kara kara düşünürken aklına avukat tutmak gelmiş. Birçok avukat ile görüşmüş ve sonunda ülkenin en ünlü avukatını tutmuş. Hikayemizin asıl kahramanı işte bu ünlü avukattır.
(Bizim ülkemizde avukat genellikle ya akraba kanalıyla tutulur yada en ucuz çalışan hangi avukat varsa o avukata gidilir. Uzmanlık yada çalışma alanına göre avukat tutmak ülkemizde ender rastlanan bir durumdur. Tabi istisnalar mevcuttur.)
İngiliz, tuttuğu avukata olanı biteni anlatmış. (Ülkemizde genellikle insanlar, tuttuğu avukattan hep bir şeyler saklarlar. Sonrada, avukat bey söylemeyi unutmuşum derler. Ancak bilmezler ki avukatından bir şey saklamak, kendinden bir şey saklamaktır.)
Avukat önce uzun uzun adama bakmış. Sakalını sıvazlamış, bıyıklarını bükmüş demiş ki: ‘Merak etme… Ben seni kurtarırım’. (Ülkemizde hiçbir avukatın %100 sonuç garantisi verebileceğini zannetmiyorum, çünkü hukuk sistemimiz buna müsait değil. Ülkemizde ki hukuk sitemi ve kanunlar genellikle yamadır. Kararlarda bir birliktelik ve süreklilik söz konusu değildir.)
İngiliz, avukatın ağzının içine bakıyormuş ki , ‘seni şu şekilde kurtarırım’ diye açıklama yapması amacıyla. Tabi avukat hiç oralı olmamış, başkada bir şey dememiş. İngiliz de, tarzı bu herhalde diye düşünmüş.
Çok kısa bir süre içerisinde yargılama başlamış. ( Bizim ülkemizde yargılamanın başlaması, yani soruşturma evresinin tamamlanması çok uzun süreleri buluyor. Benim yaklaşık 2 yıldır soruşturması yürüyen dosyam mevcut. Soruştur soruştur işin içinden çıkamadılar herhalde. Diğer bir ihtimal ise soruşturmayı ilerletmeyi canları istemiyordur.)
Mahkemede herkes yerini almış. Avukat, çıkmış kürsüye çok güzel savunmasını yapmış. O konuşmuş, bu konuşmuş derken artık karar verme vakti gelmiş. Hâkim, herkesi sessiz sakin, savunmayı bölmeden dinlemiş.
( Ülkemizde maalesef, avukatlar için kanayan bir yaradır savunmalarımızın bölünmesi ve hele hele hakimin sessiz sakin müdahale etmeden savunmayı dinlemesi ender rastlanılan bir durum. Çoğunlukla ‘avukat bey/hanım dilekçenizde yazmışsınız zaten’, cümlesiyle savunma şevki de kalmıyor insanın içinde. Bir cümleyle bir hayatın kurtulduğu hakimlerimize anlatılmalı.)
Hakim detaylı olarak değerlendirme yaptıktan sonra , İngiliz için idam kararı vermiş. İngiliz idam kararı yerine getirilinceye kadar hapishaneye alınmış. Avukat, müvekkilini sakinleştirmek ve teselli etmek için hapishaneye gitmiş, müvekkiliyle konuşmuş: ‘Merak etme, seni kurtarırım, bu işin temyizi var. Temyiz, idam kararını bozacak’ demiş.
(Temyiz üst mahkemedir. Ülkemizde de Temyiz makamı Yargıtay’dır. Hani şu dosyaların gidip de gelmediği yer. Bende çok merak ediyorum bu durumu. Yükleri hafiflesin diye her şey yapıldı yine de kararlar gelmek bilmiyor. Sanırım onlarında canı istemiyor, dosyada karar vermeyi.)
İngiliz’ in dava dosyası temyize gitmiş. Temyiz mahkemesi de, idam kararını kısa bir süre içerisinde onaylamış. İngiliz adam ‘hani beni kurtaracaktın, bak Temyiz mahkemesi de idam kararını onayladı’ diye avukatına çıkışmış.
Avukat sakin bir tavırla: ‘Merak etme. Seni kurtarırım. Daha her şey bitmedi. Dava dosyası, daha Avam Kamarasına gidecek.’ Demiş. (Ülkemizde görünüşte demokrasi olduğu için Avam Kamarası diye bir yer söz konusu değil.
Siz avam kamarasını Anayasa Mahkemesi olarak düşünebilirsiniz. Nitekim ‘avam’ halk demektir. Ülkemizde Anayasa Mahkemesi’ de artık okumuş -okumamış, yeterli-yeterli değil bakılmadan herkesin üye olabileceği bir yer olmak üzere. )
İngiliz’ in dava dosyası gerçekten Avam Kamarası’na gelmiş. Konuşulmuş, tartışılmış. Sonunda karar verilmek üzere, parmaklar kalkmış. İdam kararı burada da onaylanmış. İngiliz adam sinirli mi sinirli.
Avukat da tam aksine sakin mi sakin, ‘Merak etme. Seni kurtarırım. Lordlar Kamarasına gidecek dosyan, idamı geri çevirir. İçin rahat olsun, endişen olmasın’ demiş. (Yukarıda belirttiğimiz gibi, ülkemizde görünüşte demokrasi olduğu için Lordlar Kamarası bulunmamaktadır.
Siz Lordlar Kamarasını, TBMM olarak düşünebilirsiniz. Nitekim, sayın milletvekillerimizin ‘Lordlar’dan ne eksikleri var. Aksine çok çok fazlaları var. Biraz da halkın fazlası olsa iyi olacakta, sanırım lordlarımıza zor yetiyor.)
İngiliz adamın dava dosyası, Lordlar Kamarasına gelmiş. Lordlar Kamarası toplanmış. Olayı incelemişler, düşünmüşler ve idam kararını onaylamışlar. İngiliz adam öyle bir sinirlenmiş ki elinden gelse avukatı bir kaşık suda boğacak. Ama tam aksine hikayemizin asıl kahramanı avukat hiç oralı değil: ‘Hiç merak etme. Seni kurtarırım.
Kraliçe onay vermeden, hiçbir idam cezası infaz edilmez. Kraliçe bu kararı bozar, yanlışlarından dönerler.’ demiş. (Tekrar etmekten yoruldum lakin, anlamanız gerekiyor. Ülkemizde görünüşte demokrasi olduğu için Kral-Kraliçe gibi makamlar söz konusu olamaz. Siz, Kral-Kraliçe makamı olarak, Cumhurbaşkanlığı makamını düşünebilirsiniz. Nitekim daha düşük bir makam katiyen düşünülemez. Hem devasa sarayımızda var. Denkler yani, içiniz rahat olsun.)
Artık bizim İngiliz adamın dava dosyası Kraliçe’nin önüne gelmiş. Kraliçe, incelemeden idamı onaylamış ve imzalamış. Bizim İngiliz adam kan kusacak, o derece sinirli. Hüküm infaz edilmek üzere Londra’da bir meydanda idam sehpası kurulmuş. ( Geçmişte ülkemizde de bir çok meydan, cezaevi gibi yerler bu idam sehpalarına tanıklık etmiştir.
Ülkemizde idamın kaldırılması kim nasıl düşünürse düşünsün, güzel bir şey. Şimdi diyeceksiniz nesi güzel? İdamın geri dönüşü olmaz arkadaşlar. Bir masum yanlışlıkla idam edilse, artık geriye dönme şansınız olmaz. Ancak idamın kaldırılması ‘sırf bir kişiyi’ asmamak için olduğunu düşünüyorum. O kişinin, kim olduğunu herkes biliyor.
Bu olayın böyle olduğunu da herkes biliyor ama susuyor. Nitekim gencecik fidanlar asılırken neredeydi bu idamın kaldırılması kararı? İşte bunu kimse sormaz, düşünmez.)
Hâkim, savcı, avukat, güvenlik görevlileri, halk, büyük küçük herkes hükmün infazı için meydana toplanmış. İngiliz adamı idam sehpasına çıkartırlar. Adamın, avukata dönük bakışlarından alev fışkırıyor.
Avukat ise adama ‘sus’ işareti yapmakta: ‘Merak etme, seni kurtaracağım, sesini çıkarma’ gibisinden. (İşte merakla beklenen o sona yaklaşıyoruz. Avukat sus diyorsa sus, konuş diyorsa konuş. Nitekim adamın/kadının işi bu. Bırak adam/kadın işini yapsın.)
Zaman gelmiş ve cellat, yağlı ilmeği, adamın boynuna geçirmiş. Alttaki iskemleye de tekmeyi vurmuş. İngiliz adam, ipte sallanmaya başlarken kahraman avukat yerinden fırlayıp, cebinden bıçağı çıkarmış ve adamın boğazındaki ipi kesmiş.
İngiliz adam zar zor nefes alır bir halde yere yuvarlanmış. Hemen hâkimler, savcılar koşup gelmişler: ‘Avukat bey, sen ne yaptın?’ demişler. Hikayemizin kahraman avukatı, cebinden İngiliz Ceza Kanununu çıkarmış ve :
‘Elimde tutmuş olduğum kanun, bu devletin kanunu. Herkesin uymak zorunda olduğu kanun. Kanunda, müvekkilimin işlediği suçun cezası idamdır. Siz de onu herkesin gözü önünde idam ettiniz. Ama elimde tutmuş olduğum bu kanunda ‘idam edilerek öldürülür’ diye bir hüküm yok. Bu durumda ceza infaz edilmiş sayılır.’ Demiş.
Herkes büyük bir şaşkınlıkla aydınlanmış. Bunun üzerine İngiltere’de bir hukuk tartışması başlamış ve avukat haklı bulunmuş. Kraliçe, avukatın bu becerisinden dolayı İngiliz adamı affetmiş.
Başka bir kişide bu şekilde kurtulmasın diye apar topar, İngiliz Ceza Kanununun idamla ilgili maddesi şöyle düzenlenmiş : İdama mahkûm edilen kişi, asılmak suretiyle öldürülür.’ (Eğer ki avukat, adama en başında böyle yapacağını söyleseydi, kesinlikle bu iş olmazdı. Çünkü, müvekkiller her zaman sorun çıkarır ve avukattan çok avukatçılık oynarlar.)
Hikayemiz bu şekilde sona ermiş. ‘İpten adam alan avukat’ olarak tarihin tozlu sayfalarında yer almış bu hikayede. Dilden dile aktarılmış ve ‘ipten adam almak’ söylemi deyim halini almış.
Son Söz..
Hikaye güzeldi. Muhabbette güzeldi. O zaman birkaç hususa değinip siz değerli okurları düşüncelerinizle baş başa bırakacağım.
Avukatlık mesleği güzel meslekmiş. Ama eskiden. Hikaye kadar eski değil. Yaklaşık 15 yıl öncesine kadar. Okudunuz ya, dünyaya deyim kazandıracak kadar kıymetli bir meslek.
Peki ne oldu bizim bu güzel mesleğimize?
Herkes biliyor da cevabı. Susuyor. Söz sonraki yazılarımda bu soruyu cevaplayacağım kendi düşüncelerimle. Ancak belirtmem gereken bir şey var:
Şimdi birileri çıkmış, avukatlık mesleğini şöyle düzelteceğiz, böyle düzelteceğiz diye mavi boncukları dağıtıyor. Kardeşim siz mesleği daha fazla mahvetmeyin yeter. Mesleği yine bizler yani mesleğin asıl sahipleri avukatlar düzeltir.
Çünkü siz millete o kadar çok hikaye anlattınız ki millet artık yemiyor bu hikayeleri. Milletin yemediği hikayeyi, hikaye yazan avukata yediremezsin.
Nasıl düzelecek diye soruyorsunuz?
‘Dinlemek isterseniz seve seve anlatırız.’
‘Dinlemek istemezseniz direne direne anlatırız.’
‘Ama elbet anlatırız.’
Büyük Sivas Haber
Büyük Sivas Haber – Sivas Haberler

