

Geçen hafta 28 Şubat’ın ünlü “ikna odaları”ndan biraz bahsetmiş ve finali Türk Silahlı Kuvvetlerinde kaldırılan başörtüsü yasağıyla bitirmiştim. Artık kışlalarda başörtülü subaylar görebilecektik ve nihayet dini inançlara saygılı kurumların olduğu bir ülke haline gelebilecektik. Ben geleceğe daha olumlu bakarken Hürriyet gazetesinde Hande Fırat imzalı haberi görünce gözlerim yuvalarından fırladı. “Karargah rahatsız” diye manşet atılmış ve Aydın Doğan medyası iktidara yine aba altından sopa göstermek istemişti. İşine gelmeyen hükümetlere ayar vermeyi seven ve hatta seçilmiş başbakanları manşetleriyle yönetmeye alışmış olan Doğan medyası gelen tepkileri görünce baş kalemkörü Ahmet Hakan ile birlikte savunmaya geçti. “Mesaj siyasilere değildi, manşet yanlış anlaşılmaya müsaitti ve bu konuda hata yapıldı” diyerek fırtınayı dindirmeye ve gelen tepkileri azaltmaya çalışsalar da hem Aydın Doğan hem de Ahmet Hakan kendi gazete ve medya ağının geçmişte yaptıklarını unutuyordu. İnsanları salak yerine koymayı ne kadar da çok seviyor bu Doğan medyası ve Ahmet Hakan. Bir insanın hele ki siyasi yada askeri kanatta olan birinin oturuş tarzı, tokalaşma anında yüzündeki ifade ve hatta resmi törenlerdeki kıyafetinin rengi dahi bir mesaj içerirken, Türk medyasının en büyüklerinden olan Hürriyet’in o manşetinde mesaj olmadığına inanmak mümkün mü?
Referandumda “hayır” diyeceğini ekrandan açıklayan İrfan Değirmenci’yi kovan Doğan medya objektiflikten bahsederken kamuoyuna açıklama yapıp aynı objektifliğin köşe yazarları için geçerli olmadığını söylemedi mi? Yani işine geldiği gibi hareket eden bu medya kuruluşu biliyor ki referandumda çıkacak “evet” kendinin de sonu olacak. Doğan medyanın kapatılacağından bahsetmiyorum, artık manşetlerle ve korku salarak siyasilere istediklerini yaptıramayacak. Buda haliyle ciddi bir güç kaybı demek. Gerçi mevcut iktidardan hem şikayet eder hem de bu 14 yıllık süreçte katlanarak büyürsünüz ama büyümek değil hükmetmek doyuruyor kibrinizi değil mi? Çünkü karşınızda eşofmanı çekip karşılayacağınız bir başbakan yok!
Tabi medya işini yapıyor, ortada bir durum varsa bunu haber yapması kadar doğal bir şey yok diyebilirsiniz. Asker rahatsızlık duyabilir hatta başörtüsü yasağının kalkmasında müdahil olmamış olabilir. Çünkü kararı alan ve bunu uygulayan hükümet. Hükümeti seçen ise koca bir millet. Asker, halkı temsil eden hükümetin kararına itiraz edemez sadece uygular. Unutulmaması gereken en önemli şey ise adı ister üsteğmen olsun, ister mareşal hepsi devlet memurudur ve seçilmişler atanmışların değil, atanmışlar seçilmişlerin verdiği kararı uygular. Olay bu kadar basittir. Bugüne kadar en büyük şikayet asker vesayeti altında yaşamaktı. Asker sadece darbelerle ülkenin yönetimine dahil oldu diyenleri bir kere daha ülke tarihini okumaya davet ediyorum. Herkes görevini yapsın arkadaş, ülkeyi yönetmek isteyen varsa da buyursun siyasetin içine girsin, buyursun sistem değişikliği memleketin insanından onay aldığında cumhurbaşkanı olmak için aday olsun. Yani kimse ne oturduğu mekandan ne de medyanın gücünü arkasına alıp ahkam kesen olmasın, duvara toslar!
Atılan manşet ve askerin rahatsızlığı haliyle akla 28 Şubat’ı getirdi. Ülkenin kötü hatıralarını anımsadık ve hafızayı yoklayınca midemizin kalktığını bir kere daha gördük. Üniformasına güvenip insanları tokatlayanları ve o sesleri yeniden duyduk kulaklarımızda. Cumhuriyet Üniversitesi’nde okul birincisi olan hemşire Behiye Karadeniz yine aynı okuldan arkadaşı Serpil Güneş’in saldırısına uğramıştı. Dönemin Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu müdürü Servet Özgür “bu kızlara yemin ettirilmeyecek” diye soyadı gibi özgürce böğürüyor ve Serpil Güneş ile birlikte laikliğin yok olmasına engel oluyordu. Evet bu iki münevver isim o gün laikliği kurtarmışlardı. Çünkü eğitimine başörtüsüyle devam eden kızlarımız yüzünden sağlık hizmetleri sekteye uğruyordu. Oysaki tamda ölümsüzlük iksirini bulmak üzereydi Servet Özgür. Olmadı çünkü eğiticilik ömrünü bilime değil şekle ayırmıştı.
Bu kötü olay 16 Temmuz 1995 günü yaşanmıştı ve o günün mağdur isimlerinden 3 kişi Zöhre Uçar, Hatice Topal ve Semanur Şahin yine Cumhuriyet Üniversitesi’ndeydi. Bu defa kovulmaya, yerlerde sürüklenmeye değil sohbet etmeye gelmişlerdi. Rektör Prof. Dr. Alim Yıldız 3 ismi makamında çiçeklerle karşıladı ve onlara itibarlarını iade etti. Kimin aklına geldi, kim organize etti bu karşılaşmayı bilmem ama muhteşem bir cevap oldu dönemin müdürü Servet Özgür’e, Serpil Güneş’e ve hala aynı kafada olanlara. Şekilcilikle değil bilimsellikle büyümek gerektiğinin, insana saygılı ve eşit davranmanın en güzel örneğini verdi Alim Yıldız ve ekibi. Teşekkürler hocam, teşekkürler Cumhuriyet Üniversitesi yönetimi. Ve teşekkürler size zulmeden onca insana tevazusuyla cevap veren ama eğitiminden vazgeçmeyen kardeşlerim, ablalarım.
Büyük Sivas Haber – Sivas Haberler

