


Ahmet Kerim Artuk'un "Bir Durakta" isimli köşe yazısı;
"Bir Durakta"
Geçtiğimiz cumartesi günü, çarşıdan yorgun bir şekilde eve dönerken pazarın kurulduğu cadde üzerindeki bir durakta oturup etrafı izledim. Saat altıya gelirken akşam soğuğu çıkmış, kışın habercisi ekim ayı varlığını iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Buna rağmen sabahın erken saatlerinden beri ekmeğinin peşinde olan pazar esnafı, bir yandan ellerini hohlayarak ısıtıyor, diğer yandan kısılmaya yüz tutmuş sesleriyle pazarcı manileri söylüyorlardı. Pazardan alışveriş yapan insanların kalabalığına yan şeride park etmiş araçlar ve akan trafik de eklenince ortaya hem karışık hem de canlı bir görüntü çıkıyordu. Her yaş ve meslek grubundan, her cins insan, her çeşit meyve, her marka araba...Şehrin bir minik prototipi önümdeydi. Ve ben burada oturmuş, şehre kulağımı dayamış dinliyordum adeta. Tam bu esnada dizime birinin dokunmasıyla kendime geldim. Kafamı kaldırdığımda parlayan gözlerle bana bakan bir adam gördüm.
"Arkadaş olak mı genç?" diye sordu. Başımla onaylayıp yanıma buyur ettim elinde elma poşeti olan bu amcayı.
Benim daldığım uzaklara tebessümle baktıktan sonra bana dönüp sordu:
"De hele ben kaç yaşındadırım?" 65-70 vardır dedim tedirgin bir eda ile. Amca kahkahayı bastı. Yaşının 84 olduğunu söyleyince pek şaşırdım tabi. "İyi bakmışsın amca kendine" dememle birlikte koyu bir muhabbete dalmış olduk.
Gözlerinde yılları, yüzünde mevsimleri biriktirmiş Osman Amcayla işte böyle tanıştık. Daha az evvel yaşadığım şehrin sesine kulak vermeye koyulmuşken, şimdi karşımda şehrin bizzat kendisi duruyor gibiydi. Aynı şehirde geçmiş seksen küsur yıl, dile kolay kalbe değil. Hal hatır tanışma faslından sonra ben daha sormadan o anlatmaya başladı eski Sivas’ı. Yollarından, mahallelerinden, insanlarından, uzun uzun bahsediyor, her konuyu bir anısını anlatarak pekiştiriyordu. En yenisi 40 senelik bu hatıraları dinlerken kendimi Yeşilçam sinemasında bir setteymiş gibi hissediyordum.
"Bu baktığın yerler evvelde taşlıktı, taş çekmeye gelirdik. 23 arkadaş çalışırdık garajda, şimdi tek sağ ben kaldım" diyor, bir süre hüzünle sükut edip yutkunarak anlatmaya devam ediyordu. Zamanın çabuk geçtiğinden, ömrü boşa heder etmemek gerektiğinden ve daha nice meseleden... "Okuyon mu?" diye sorup evet yanıtını aldığında "oku evladım, ayakkabını sat yine oku, çünkü ayakkabın olmadan yürürsün de cahil kalırsan yürüyeceğin yolu bile şaşırırsın" diyor, ardından güzel nasihatlerini sürdürüyordu. Benim yaşımı öğrendiğinde şefkatle tebessüm edip” daha çok şey yaşayacaksın” dedikten sonra yüzüne giydiği efkar, her şeyi özetliyordu aslında. Sonrasında yine eskiler, yine acılar ve kıvançlar...
O gün dinlenmek üzere oturduğum otobüs durağı resmen bir zaman makinesine dönüşmüştü. Biz iki arkadaş zamanda yolculuk ederken vaktin nasıl geçtiğini, havanın ne kadar soğuduğunu, pazarın ne ara toparlandığını fark etmedik bile.
Sohbeti bir süre de yürürken sürdürdükten sonra Osman amcanın evine geldiğimizde vedalaşıp, bir daha görüşmek ümidiyle ayrıldık.
***
Böyledir. Bir şehirde yaşamak için evvela onun nabzını duymak gerekir. Şehrin nabzı ise parklarında, pazarlarında, cami avlularında, meydanlarında atar. Fakat öyleleri de vardır ki şehrin kanına karışmış, onun yürüyen haline bürünmüştür adeta. Onları bulup dinlemek, istifade etmek, ‘arkadaşlık’ etmek gerekir. Hikayesi olan ömürlerden çıkartılacak nice dersler vardır. Ve en önemlisi de bu hikayelerin hatıralarda değil hafızalarda kalmasıdır.
Selam ve esenlik üzerinize olsun.
Ahmet Kerim Artuk / Büyük Sivas
Büyük Sivas Haber – Sivas Haberler